Her Çalışanın Okuması Gereken Bir Kitap !  

İnsan Kaynakları : Kişi ve Kurumlara Öneriler

Yazarı: Meltem YAMAN

 

 

Evet, tüm çalışanların ve iş dünyasına adım atmak isteyen bireylerin okuması gereken bir kitap! Daha huzurlu ve mutlu bir iş yaşamı için, deneyimleri yaşayarak değil okuyarak elde edebiliriz. Veya, yaşadıklarımıza okuduklarımızla destekleyebiliriz. Aşağıda kitap içerisinden bir alıntı bulacaksınız.

 

İşgörüşmesinde Dikkat Edilecek Konular

Bir firma ile işgörüşmesine gideceksiniz. Bu meseleyi sıradan saymayın. Firma yetkilisinin hakkınızda vereceği karar kat’i olmasa bile ilk izlenim yalnızca bir kez gerçekleşecektir. Süre ortalama 15-45 dakika. Bu zamanı en iyi şekilde değerlendirmek durumundasınız. Önemseyin.

 

Görüşmenin iki boyutu var. 1. Sizin firmayı tanımanız. 2. Firmanın sizi tanıması.

Eğer arada bir danışmanlık firması varsa şanslı sayılırsınız. Danışmanlık firması sizi firma ve pozisyon hakkında kısmen de olsa bilgilendirebilir. Firmayı ve pozisyonu tanımış olarak görüşmeye gitmek kesinlikle önemli bir ayrıcalıktır. Diğer adaylar görüşme boyunca kafaları soru işaretleriyle dolu olarak ilgi ile ilgisizlik arasında gidip gelirken siz gösterdiğiniz bilinçlilik ve kararlılık ile firma temsilcisinin zihninde yerinize yerleşiverirsiniz.

 

“Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır.” sloganıyla “Denedim, yaptım, yine yaparım.” dediğiniz konuları ortaya koyun. Bundan sonra ne yapmak istediğinizi, kendinize ve firmaya neler katmak istediğinizi de iyice anlatın.

“Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol.” felsefesini uygulayabilmek için göğsünüzü gere gere gösterebileceğiniz kadar sağlam, güvenilir ve becerikli bir çalışan olmanız gerekir. Böyle olmayı hedefleyin. Böyle olmak yerine sadece öyle görünmenin yeteceğini düşünüyor olabilirsiniz. Ancak bilgi çağında insanların zeka, algılama ve değerlendirme yetenekleri gitgide iyileşip hızlanıyor. Bir açığınızın yakalanmaması çok zor. İşinizi sağlam tutun. Tek yol iyi olmak. Başka çare yok.

Görüşmeye zamanında gidin. Saygı uyandıracak şekilde giyinin. Nezaketten ve işdilinden vazgeçmeyin. Kendinizi firmanın yerine koyarak düşünün. Ne yapın edin; İnsanlar sizinle çalışmak istesin.

 

Söz Verme Sanatı

Ağızdan çıkan söz, kozmik sisteme yükselir ve yerine getirilmesi beklenen bir borç halini alır. Tıpkı arada bir verilen ikramiyelerin ücretlere katılarak ödenmesi beklenen bir borç halini alması gibi... Finansal tablolardaki “Ödenecek Ücret” kalemi olarak zihinlere yazılır.

 

Verilen sözün yerine getirilmediği kişinin durumunu düşünün. “Alacaklı” gibidir. Üstelik elinde senet sepet yok. Mesela politikacılardan söz üstüne söz alan halkımızın durumu. İç borçlanma çok yüksek...”İcra” olmadığı için iflas yok; siyasetzede var.

Söz vermekten çekinen kişileri de bilirsiniz. Bu da can sıkıcıdır. Çünkü insan birtakım sözlere dayanarak ilerlemek ister. Kararlı, hesaplı, kitaplı kişiler söz vermekten çekinir. Bunu bir tür risk olarak görürler. Üretim de muhasebe de böyledir. Oysa pazarlama... Pazarlama söz verme üzerine bir iştir. Sözler; güzel sözler, kuşe kağıtlarda resimli broşürlerle, iki dirhem bir çekirdek giyimle desteklenmiş sözler verilir. Pazarlama söz verir, üretim bu sözü yerine getirmek için çalışır. Muhasebe bu sözün sonucunda zarar mı ettik kar mı diyerek sözün hesabını tutar.

 

Söz vermenin maliyeti nefes tüketmekten mi ibarettir? Kesinlikle hayır. İnsanlar hafızalarını kaybetmedikleri sürece hayır. Kişilerin bakışına göre iyimserlerin dolu, kötümserlerin boş bıraktığı, itibar denilen zihinsel kredi kartları, verilen sözlerin borç-alacak hesapları ile işlem görür. Kötümserler bu şekilde eksi bakiyede oldukları için insanları negatif görmeye eğilimlidirler. İyimserlerinse kredi kartlarının limiti sonsuzdur.

 

Az ya da çok, kolay ya da zor, söz vermek ve sözü tutmak yaşamı netleştiren ve kolaylaştıran harika araçlardan biridir. İtibarı yüksek tutmak için kendinize soracağınız soru şudur: “Bu tutabileceğim bir söz mü?” Değilse vermeyin... Başka çare yok. Tutamayacağınız sözü vermeyin.

 

Geleceğin Genel Müdürleri

Tarihin çeşitli devirlerinde, yöneticilerin uzmanlık alanları farklılık göstermiştir. Üretim alanında gelişmelerin yaşandığı dönemlerde, fabrikada, üretimden yetişen mühendislik kökenli yöneticiler genel yönetim kademelerine yükseliyorlardı. Sonra üretilen ürünlerin satışı önem kazandı ve pazarlama yöneticileri genel müdürlüğe en büyük aday oldular. Daha sonra finansal tablolarda faaliyet dışı gelirler adı altındaki kalemlerin, fazlasıyla önem arzettiği dönemlere gelindi ve finanstan yetişmiş yöneticiler genel müdürlüğe oynar oldular.

 

Ülkemizdeki yönetim danışmanlarından birinin yıllar önce belirttiği gibi kalite ve toplam kalite rüzgarı, bir anlamda endüstri mühendislerinin fabrikadan genel yönetime doğru yaptığı atılımın bir toplu harekete dönüşmesidir. Trendlere bakılırsa bundan sonraki genel müdür adaylarının insan kaynaklarından yükseleceği düşünülebilir. Ancak bu arada teknolojiyi yanına almış olarak hızla ilerleyen bir kitle daha var. Tabii ki enformasyon emekçileri...

 

Bilgisayar yöneticileri de teknolojiyle birlikte ciddi bir dönüşüme uğradı. Sistemlerin ve yazılımların gitgide görselleşmesi ve kullanıcı dostu hale gelişi, veritabanlarının bir tür envanter misali yaygın olarak üzerinde çalışmaya açılması, bilgi-işlem çalışanlarını bilgisayarın karanlık yüzünde çabalayan teknokratlar olmaktan çıkarıp, birer sektör ve iş uzmanı haline getirdi. Sistem analizi ile şirketteki çeşitli departmanların ve çeşitli pozisyonların görev tanımlarını, iş akışlarını, üretilen raporların içerik ve periyodlarını, yetkileri ve hiyerarşileri öğrenerek yazılım ve donanımda çözüm üreten enformasyoncular, kendilerini ekonomi ve işletmeciliğe uzak hissetmezlerse tüm zamanların en geniş bilgilere sahip genel müdürleri olabilirler. Sürekli geliştirilen ve yenilenen programlar ve sistemleri izleme zorunluluğu ile bilgi-işlemciler halen kendilerini en çok geliştiren, en fazla “öğrenen insan” sıfatını hakeden çalışanlar grubu... Bu bilgilere ek olarak yapılacak bir işletme yüksek lisansı ya da bu konuda okunacak kitaplar, enformasyon çalışanlarını 35-40 yaşlarında yorgun birer bilgi-işlemcilikten, donanımlı birer genel müdürlüğe dönüştürebilir. Siz hazırlıklarınıza bugünden başlayın.

 

İş Alternatifleri Araştıranlar İçin Uyarılar - I

Artık okurlarımız negatifliğe ne kadar karşı olduğumuzu farketmiş olabilirler. Ancak bu yazıda acı ilaç verir gibi “yasaklar” listesi yapmak durumundayım. Biz bunları biliyoruz diyebilirsiniz ancak en parlak kariyerlisinden yeni mezununa dek çeşitli kişilerde bu hatalara rastlayabiliyoruz.

 

1. Görüşmeye gecikmek: Trafik ya da başka bir mazeret, sonucu ortadan kaldırmıyor. Gecikmişseniz, gecikmişsiniz demektir. İstanbul trafiğini herkes biliyor. Başarı, her koşulda söz verdiğiniz saatte istenen mekanda bulunabilmenizdir. Ne geç, ne erken... Düşünün ki sizinle görüşme yapacak olan yönetici yarım saatini ya da bir saatini size ayırmış. Gecikmeniz yöneticinin dikkatini dağıtıyor, size bakışında şüphe ve tereddüt yaratıyor. Aynı şekilde gecikmeniz sizin konsantrasyonunuzu bozuyor ve “başınız dik, göğsünüz ilerde” bir şekilde görüşmeye girmek yerine tedirginlik, suçluluk ve başarısızlık duygusu içinde olmanıza yolaçıyor. Bunun görüşmede sizi ne kadar dezanvantajlı bir duruma getireceğini tahmin edebiliyor musunuz? Yöneticinin zamanı da kısıtlıysa kendinizi ifade etmeniz için size ayrılmış süreyi har vurup harman savurmuşsunuz demektir. Sadece bir kez yaratma şansınız olan o “ilk izlenim”i bu şekilde berbat etmenin ne size ne firmaya bir yararı olmaz. Dikkat edin.

 

2. Görüşmeye gitmemek: Bulunduğunuz işyerinden izin alamamış, işlerinizi tamamlayamamış, ansızın sağlık problemleriyle karşılaşmış vb. olabilirsiniz. Size düşen görüşme zamanında görüşme mekanında hazır bulunacağınıza ilişkin söz vermeden önce gerekli hesapları yapıp, görüşmeye gitmeme olasılığını minimize etmektir. Herhangi bir şekilde gidemediyseniz, mutlaka ve mutlaka telefon edin. Ancak telefon etmeniz olumsuz imajınızı sıfırlamayacaktır. Sadece medeni ve nisbeten sorumluluk sahibi biri olduğunuzu ortaya koyar. Biz iyiniyet ve pozitif bakışın yanısıra karakaplı defterimize bilgi mahiyetinde minik notlar düşerek firmaların aleyhinde gelişebilecek durumlara fırsat vermemeye ve arkadaşlarımız kabul ettiğimiz kariyer insanlarını da mümkün olduğunca davranış kalitesine yönlendirmeye ve şartlandırmaya çabalıyoruz. Ancak yeryüzünde herkes bizim kadar iyiniyetli ve pozitif değil. Özellikle eleme zihniyetindeki firmalarda çoğu insanın aklına hemen kötü kötü şeyler geliyor ve ikinci bir şans vermeyi ya da görüşmeyi ertelemeyi tercih etmeyebiliyorlar. Zaten çoğu kez diğer adaylar görüşmelerini yapmış ve işe alma kararları verilmiş oluyor. Ayrıca bilin ki aradan bir iki yıl da geçse yöneticiler “Hani geçen sene çağırdığımız ve görüşmeye gelmeyen kişi” diyerek sizi hatırlıyorlar. İşinizi şansa bırakmayın.

 

Tatlı Tatlı Ayrılmak

Yaşamboyu istihdama çok sık rastlamıyoruz. İş başvurusu yapan adaylarda da çok uzun yıllar aynı işletmede çalışmış insanlara çok sık rastlanmıyor. Bir işyerinde kalma süresi gitgide kısalırken, yükselme yaşı gençleşiyor. Piyasanın dinamizmi arttıkça, yeni şirketler kurulmaya devam ettikçe, pazar birkaç dev firmadan, pekçok potansiyel dev firma haline geçmeye devam ettikçe bu böyle olacak. Nüfusumuz genç ve aktif, insanlar çalışma ve başarma fırsatı istiyorlar, gerek ücretlerini gerekse ünvanlarını yükseltmek istiyorlar. Bu zaman zaman birikim yetersizliği, bir tür koltuğuna ya da organizasyon şemasındaki kutucuğuna ufak gelme problemi yaratıyorsa da dinamik pazarlarda yanlış da olsa çabuk ve hızlı kararlara, satışa, satışa ve satışa duyulan ihtiyaç sorunun dayanılmaz boyutlara gelmesine engel oluyor. Özellikle enformasyon sektöründe işdeğiştirmelere çok sık rastlanıyor. Eleman tutabilmek bir başarı... Buna rağmen bazı çokuluslu firmalarda, neredeyse kariyerinin büyük bölümünü kapsayan uzun yıllar çalışmış kişilere rastladım. Bunda da en büyük etken çokuluslu firmaların geçmiş yıllarda uluslararası standartlarda ödediği çok yüksek ücretler, çift emeklilik fırsatları ve o zamanlar çok iddialı uygulanan global kariyer planlama sistemleri idi.

 

İnsanlar var, firmalar da var. Dileğimiz eğitimli ve birikimli insanların sayısının artması ya da başka deyişle insanların eğitim ve birikimlerinin artması, kurumlaşmış ya da kurumlaşmayı hedefleyen firmaların da artması. Mükemmel firma yok, mükemmel insan da yok. Kaldı ki hayatınızın başrol oyuncusu sizsiniz. Firmayı temsil etseniz de, eleman olarak düşünseniz de. Bu dünyada rastladığınız her insan ve içinde bulunduğunuz her ortam sizin kişisel gelişiminiz için kurulmuş sahne ve dekordan ibaret. Herkeste kendinize rastlıyorsunuz. Hoşunuza gitmeyenler sizin kendi kötü özellikleriniz. Hoşunuza gidenler yine sizin kendi iyi özellikleriniz. Hoşunuza gitmeyenleri kendi düşünce ve davranış sisteminizden çıkarıp atabilmişseniz o sahne misyonuna ulaşmıştır. Başaramazsanız siz başarana dek karşınıza çıkmaya devam ederler. Ta ki siz anlayıp kendinizi düzeltene kadar. Bu gözle bakarsanız herşey hoş ve yararlıdır. Bilgi alır ve bilgi verirsiniz. Huzurunuzu, dost ve referanslarınızı muhafaza edersiniz.

 

Her eleman firmaya birşeyler katar. Her firma da elemana... Önemli olan karşılıklı katkının mümkün olduğunca fazla olması ve terazinin dengeli olması. Bir eleman bir firmada işe başlayıp eğitimi tamamladıktan çok kısa bir süre sonra rakip firmaya geçerse bu bir sorundur. Çünkü eleman eğitim yatırımından dolayı firmaya borçludur. Eleman az ücretle, uzun saatler, kötü koşullarda çalıştırılmışsa da firma borçludur. Borç/alacak hesabını sıfırlamışsanız, kariyer önceliklerinize saygı duyuluyorsa ve ardınızda sürdürülebilir dostluklar bırakabiliyorsanız, işyerinizden tatlı tatlı ayrılabilirsiniz.

kitap hakkında ayrıntılı bilgi için buraya tıklayınız.